YA SEÇELİM YA ÖLELİM

Dünya tarihi, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısını bitirmeye doğru giderken devrimci düşünceler dünyayı epey değiştirmişti. Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi ve arkasından gelen Napolyon Savaşları’nda bu devrimci düşüncelerin etkisi çoktu. Devrimci düşüncelerle beslenen bireyler artık kitleler halinde hareket etmeye başlamışlardı. Artık tarih, devrimci düşüncelerle beslenen kitlelerin yükselişine şahitlik ediyordu.


Dünyadaki bu değişim sadece bireyler ve toplum üzerinde değil yönetim sistemi üzerinde de etkili oldu. Aynı zamanda toplumsal sistem üzerinde de etkisini gösterdi.


Vestfalya Antlaşması’ndan beri modern devlet yavaş yavaş şekilleniyordu. Krallıkların güçlerini kısıtlayan meclisler ya da krallıkları ortadan kaldıran yönetimler ülkelerde yer almaya başlamıştı. Yönetim sistemlerinin değişmeye başladığı zamanlar da halkın oy kullanımı da konuşulmaya başlanmıştı. Kitleler artık sadece devrimlerle değil aynı zamanda oy kullanarak yönetimde değişim yapacak duruma gelmişlerdi. Ancak tüm dünyada bu değişime etki etmeyen bir kesim vardı: Kadınlar.

Kadınlar, dünya tarihi boyunca gerçekleşmiş olan değişimlerden her zaman ya faydalanamamışlardı ya tam faydalanamamışlardı ya da geç faydalanmışlardı. Oy hakkı için de kadınlar yönünden bu durum devam etmiştir. John Stuart Mill, 1869 yılında yayınladığı Kadınların Köleleştirilmesi kitabında kadınların, oy kullanması gerektiğini savunurken bütün kadınların sesi olmuştu. Ve bu savunmasını parlamentoda birçok çalışmayla sürdürmüştü. Mill, kadınların bu mücadelesinde, o zamanlarda en çok ses çıkaranlarda biriydi.

1900’lerin başında tüm dünyada oy kullanımı hızla benimsenirken kadınların oy hakkı ülkelerde kolay kolay benimsenmedi. Bu durum kadınları yeni bir mücadelenin içine sürükledi.

Kadınlar, yeni bir mücadele için kollarını sıvarken, Birleşik Krallık’ta bir kadın şöyle bir sloganla mücadeleyi sürdürür: Kadınlar ya öldürülmeli ya da onlara oy hakkı verilmelidir.

Emmeline Pankhurst, bu sloganla mücadelesini sürdürürken Sufragett’ler ( oy hakkı savunucuları) ile birlikte Kadınların Sosyal ve Siyasi Birliğini 1903’te kurmuştu.

Pankhurst, bu sloganı ortaya atarken sadece bir slogan olmadığını bir mücadelenin kararlılığı ve bir hakkın kazanılması için nelerden vazgeçilebileceğini anlatmaya çalışıyordu.

1913’te Sufragett’lerden Emily Davidson, Derby yarışında kendini kralın atının altına attı ve öldü. Bu eylem Pankhurst’un ortaya attığı sloganın ciddiyetini gösteriyordu.

1914’te Buckingham Sarayı’nın önünde Emmeline Pankhurst tutuklanmasına rağmen Sufragett’ler mücadeleyi sürdürdüler. Bu mücadele Birleşik Krallık’ta önce 30 yaşın üstündeki kadınların oy kullanmasını sağladı. Ve daha sonra ise tüm yetişkin kadınların oy kullanması kararlaştırıldı.

Herhangi bir insana ait olan bir hakkın kendisine verilmemesi insanın özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Ve insanın ona ait olan için mücadele vermemesi özgürlüğünden vazgeçmesi demektir. Çünkü özgür irademizin sahip olduğu her şey özgürlüğümüzün göstergesidir. Emmeline Pankhurst ve arkadaşlarının yürüttüğü mücadele özgürlüğün mücadelesiydi.

İsmail Yılmaz

Yazar