Anahtar Kelimeler: Teknokent, Yasin EROL, Oku, Seyahat Et, Teknopark, İstanbul Üniversitesi
Teknokent Nedir?
Yurt dışında biz bunun tarifini daha çok Silikon Vadisi tarifi ile öğrendik. Ama Türkiye’de de ARGE yapmak isteyen firmaların ARGE’lerini yürütebilecekleri ve burada vergisel muafiyetlerden yararlanabilecekleri teknoloji firmalarını güçlendirebileceğimiz, güçlendirme ortamlarının olduğu ve TÜBİTAK, KOSGEB gibi paydaşlarımızla birlikte hareket ettiğimiz belli başlı alanlarda bazı teknoloji alanlarında sadece izin verebildiğimiz ve bu firmaları denetlediğimiz bir alan.
İstanbul Teknokent kurulurken ki hayal neydi?
İstanbul Teknokent kurulurken ki hayal, Türkiye’deki tüm Teknoparkların kurulurken ki hayaliyle aynı. Fakat bizim şöyle bir kuruluş şeklimiz var Teknoparkların, Teknoparkların bir yüzü üniversite bir yüzü de sanayi… Teknoparklar üniversite ile sanayi arasındaki koordinasyonu sağlayan aslında ara yüzler. Biz de tam bu ara yüz olma vasfıyla kurulduk.
Teknokentlerin Sanayi ve Üniversite Arasındaki yeri nedir?
Teknopark ’ta (Teknokent) bulunabilmelerinin ilk şartı ARGE yapma zorunlulukları. Bu projelerin de tamamı teknoloji tabanlı projeler olmak zorunda. Bunun haricindeki sıradan herhangi bir programı veya bir projesi olan bir girişimci veya firma Teknopark ‘ta bulunamaz. Bunlarla alakalı süreçlerimiz, Firmanın eğer bir hayali varsa, bir düşüncesi varsa bize projesini, düşüncesini başvuruyor. Biz o projenin bir defa teknoloji tabanlı olup olmadığını inceliyoruz, hakemlerimize yönlendiriyoruz. 3 tane hakemimiz oluyor. Hakemlerimizden 2’si üniversiteden akademisyen, bir tanesi de sanayiden. Üç hakemden ikisinin olumlu verdiği veya ortalamasında üçünün olumlu verdiği projeleri Teknoparkımıza kabul etme sürecini başlatıyoruz. Kabul etme sürecinde Teknoparkımızda tabi ki öncesinde projemizi sunarken de vermiş olduğu projenin içeriğiyle, projede çalıştırabileceği ARGE personellerinin sayısı ile sonrasında bizim ofis alanımızdaki talebinin birbiriyle uyumlu olması gerekiyor. Sonrasında ar-ge personellerini uygun bir şekilde yerleştirebilme, tüm fiziksel alanların oluşturulması kısmını biz firmaya teslim ediyoruz.

Teknokent’inizin nasıl projeleri var? Biraz anlatır mısınız?
Topraksız tarım üzerine çalışan firmalarımız, yenilenebilir enerji üzerine çalışan girişimcilerimiz, kanser araştırmaları üzerine çalışan girişimcilerimiz, alternatif besin kaynakları dediğimiz şuan teknolojinin yoğun bir şekilde çalıştığı alan var. Alternatif besin kaynakları yani bizim üründen temin edemediğimiz bir takım besini çok daha küçük şeyler içerisinde sağlayabilecekleri ama bitkilerden de, özütlerden de yararlanabilecekleri çok önemli biyoteknoloji firmalarımız yine aynı şekilde teknoparkımızda mevcuttur.
Gelen Projelerden Sizi En Heyecanlandıran Proje Hangisiydi?
Teknoparkımız kapsamında bakılırsa aslında bünyemizde devam eden projelerin tamamıyla ilgili bizim heyecanımız var. Zaten onlar bir hayal ürünü, bir hayal olarak bize geldiler. Biz o hayali heyecanlandığımız için teknoparkımıza kabul ettik. Yaklaşık olarak tamamı bizi heyecanlandırıyor. Fakat ürüne dönüştükten sonra bizi bir kademe daha heyecanlandıran projeler var. Örneğin; biz teknoparkımızda daha 2014 senesinde kuluçka merkezini daha henüz Start-Up düzeyinde, yeni girişimci düzeyinde kabul ettiğimiz girişimcilerimiz vardı.
Türkiye’nin milli ödeme yöntemlerini geliştirmelerini ürün ortaya çıktıktan sonra geliştirdiklerini gördükçe daha da heyecanlanıyoruz tabi ki.
Projelere Ne Tür Desteklerde Bulunuyorsunuz? Projelere nasıl katkılar sağlıyorsunuz?
Troy dediğimiz Türkiye’nin kendi ödeme yöntemi, milli ödeme yöntemi bizim teknoparkımızda dünyaya geldi. Biz onlara projelerini geliştirebilmeleri için hem fiziksel alt yapılarının oluşması konusunda hem de onların daha fazla ulusallaştırılabilme açısından desteklerde bulunduk. Tabii bir yandan da teknoloji firmalarının şöyle bir sıkıntısı var: Uluslararasılaştıkça korunabilmeleri, korunaklı hale getirilebilmeleri daha da kıymetli hale geliyor. Dolayısıyla onların patent süreçlerinde veya dış kaynaklı herhangi bir saldırıya maruz kalmamaları adına güvenlik açısından almamız gereken tüm tedbirleri de alarak yanlarında durmaya çalışıyoruz. Bu manada da aslında heyecanımızın bir kısmı da tabi ki koruma amaçlı da bir heyecan. Onları kendi çocuklarımız gibi korumaya çalışıyoruz. Onların bizim tabirimizde “UNICORN” dediğimiz daha çok milyar dolarlık firmalar olabilmelerini sağlayacak tüm platformlara erişimlerini kolaylaştırmaya çalışıyoruz.
Girişimcilerinizle yut dışı bağlantılarınızı nasıl sağlıyorsunuz?
Yaklaşık 2018’in sonuna kadar devam ettirdiğimiz şuan da Amerika da lokasyonu değiştirmek için çalışma yaptığımız bir merkezimiz var. Bizim Chicago’da bir merkezimiz vardı, bu merkezi oluşturmamızın sebebi şuydu: Bizdeki girişimcilerin o pazarlara açılacakları zaman kontak noktası kurabilecekleri bir kuluçka merkezi kurduk biz orada. Kuluçka merkezlerine onlar buradaki şirketlerinin bir departmanını taşıyabilecekler. O departmanları üzerinden de o ülkedeki o marketi, o alanı, o pazarı öğrenebilecekleri bir zaman kazanacaklar. Çünkü; maliyetleri oldukça düşük, herhangi bir alan ücreti ödemeden orada kalacaklar sonrasında oradaki alanı oradaki pazarı öğrendikten sonra, “Bizim burada biraz daha fazla zaman geçirmemiz gerekiyor.” diyorlarsa ve kuluçka düzeyini geçtilerse orada kendileri ayakta duracakları mekanizmayı ayakları üzerinde bırakıp burayla entegre bir şekilde -çünkü merkezleri burada nihayetinde, bizim teknoparkımızda- o sanayiye de, o ülkeye de ihracat yapabilmelerini de sağlamaya çalışıyoruz.
Ülkemiz teknolojik gelişmelerin tam olarak neresinde?
Teknoloji geliştirme bölgeleri Türkiye’de 2000 yılından bu yana kurulmaya başlandı. 2013 yılından itibaren de teknoloji transfer ofisleri kurulmaya başlandı. Üniversitelerle sanayinin birbirine yakınlaşması bundan yıllar öncesine göre çok daha hızlı birbirine yaklaştırılmış oldu. Tabi bundan sonra rekabet farklı bir ortama kayıyor. Yani sadece bunları bir araya getirmeniz değil bir de günün koşullarına uygun talepler oluşturabilecek veya talepleri keşfedebilecek hayal dünyası güçlü nesillere ihtiyaç var. Şimdi sıra birazda onda. Çünkü önce bu işlerin altyapılarını hazırlıyorsunuz, sonra arkadan gelecek olan nesil bu alt yapılar üzerinde hayaller kurmaya başlıyor. Şimdi biz bu aşamayı geçiyoruz. Bizim şuan da bulunduğumuz nokta, hayalleri daha fazla olan, daha geniş olan tüm dünyayı artık bir köy gibi görebilen yani aslında dünya vatandaşı, derken kastettiğimiz dünya pasaportuna sahip biri demek değildir. Hayalleri dünya standartlarında olan insanlar üretmeye başlamamız lazım. İşte bu altyapılar oluşturulunca üniversitelerin bünyesinde, TÜBİTAK’ın birtakım mekanizmaları, çalışmaları altında bu alt yapılar oluştukça, tabii yavaş yavaş biz ortaokul, lise seviyesine de aksettirmeye çalışıyoruz, oralara da dokunuyoruz şu anda. Böylece, oraların hayal gücünü karıştırdıkça, oradan çıkacak hayal gücü artık bizi başka bir aşamaya taşıyacak bir hayal gücü olacak. Bizim şu an serüven olarak yaklaşık lise düzeyine indirgeyerek de olsa hayal düzeyini keşfedebilmeye çalışan ölçme değerlendirme mekanizmalarımız var. Biz onlar arasındaki bağı kurduk, kurmaya da devam edeceğiz. Bunları biraz daha geliştirebilecek derleyip toparlayabilecek ve sonra da ARGE’ye dönüştürebilecek mekanizmalarımız var bu daha güçlü hale gelecek ve tabii bundan sonraki aşama çok daha katma değerli ürünler aşamasına gelecek.
Herkesin bir dönüm noktası vardır. Sizin dönüm noktanız ne oldu?
Bizim şöyle bir avantajımız vardı. Bugün benim birçok öğrencide görmediğim avantajlar bunlar. Bizim maddi imkânlarımız bugünkü imkânlarla kıyaslayamayacak kadar düşüktü. Bir mekanizmaya ulaşmak, bir kişiye ulaşmak, bir yöneticiye ulaşmak, istediğimiz bir şeyi satın alıp onun üzerinde çalışmak… Bireysel olarak da böyleydi ama o dönemin bizim dönemimizdeki neslin avantajlarıydı bunlar. Konfora ulaşamamak! Bu konfora ulaşamama bizim avantajımızdı işte.
Yeni mezun gençlere ne tavsiyelerde bulunuyorsunuz?
Ben bugünkü nesle onu söylüyorum. Üniversite mezunu olarak işin içerisine girdiğinizde işin hiçbir tarafını ayırt etmeden ona talip olmak, ona gayret etmek, onun için mücadele etmek bir azim belirtisidir. Yani üniversite mezunu olsalar bile sonrasındaki ilk işinde ellerine bir süpürge verilme ihtimali olabilir, yerleri temizlemeleri için. Ama bu onlar için sadece bir imtihan dönemi. Bu dönemi aştıklarında zaten birtakım kapılar önlerine açılıyor. Eğer bu inceliği kavrayabilecek şekilde mezun olup böyle bir işe girerlerse, ben %100 garanti veriyorum, işlerinde yükselirler. Ama başlangıçta eğer bir konuya yüksekten bakma “Ben zaten şu mezunuyum, ben zaten şu özelliklere sahibim.“ diye baktıklarında, yani işi kendileri ayırmaya başladıkları takdirde hiç kimse kusura bakmasın; iş onları ayırır. Kardeşlerimize hep şunu tavsiye ediyorum: Mezun olduktan sonra muhtemelen asıl ekmeklerini kazanacakları endüstriler henüz dünyaya gelmedi, böyle bir durumumuz var. Ama buna rağmen kesinlikle iş ayırmasınlar. Eğer önlerine gelen önemli bir fırsat varsa, o fırsatı önlerine gelen en iyi fırsat şeklinde değerlendirerek hareket etsinler. Çünkü tüm endüstri daralıyor ve oldukça farklı bir alana doğru giden çok büyük bir mekanizma var. Büyük bir endüstri başka bir alanda oluşuyor, endüstri 4.0 dediğimiz tamamen otomasyon sistemleriyle çalışan ve insanı tamamen devre dışı bırakmaya başlayan, insanı yok sayan, insanın neredeyse mekanizma içerisinde sadece tüketici olacağı bir dünyaya doğru eviriliyoruz. Dolayısıyla, bu dünyada önlerine gelen her fırsatı en doğru şekilde, son fırsatları gibi değerlendirmeleri gerekiyor. “Ben bunu şimdi kabul etmeyeyim, belki gelecek hafta olan şunu değerlendirirsem bundan daha iyi iş çıkar.” diye düşünmelerini gerektirecek herhangi bir durum yok. En kötü ihtimalle, çok kısa sürede iyi bir tecrübe sahibi olurlar o işte de. Dolayısıyla, önlerine en önce gelen fırsatı değerlendirmelerinde fayda var. Ben hep böyle hareket etmek mecburiyetinde kaldım. Onların da kendilerini adeta bunun mecburiyetinde olduklarını düşünerek hareket etmelerinde fayda var.

OKU VE SEYAHAT ET…
Şimdi teknolojiyle ilgili olan gençlere ben öncelikli olarak hararetle iki şeyi tavsiye ediyorum.
Bir: Okumaktan uzaklaşmasınlar.
Bugün hangi kaynaktan okuduğumuz tabii ki önemli ama fiziksel olarak nereden okuduğumuzu eğer tarif edecek olursak; fiziksel olarak bir kitaptan okumakla, alıp bir Ibook’tan okumak veya bilgisayardan okumak, hiçbirisini ayırmıyorum. Okumaktan kesinlikle kendilerini bir yere doğru sevk etmesinler, okusunlar.
İkincisi: Bol bol seyahat etsinler yani bol bol yer, mekân değiştirsinler. Bol bol bulundukları bölgede mümkün olduğunca daha fazla hareket edebilecekleri sosyal ortamlarını geliştirsinler. Eğer bu iki şeyi sağlayabilirse bir genç sonrasındaki tüm mekanizmalar çalışmaya başlıyor, yani tüm bilgi toplama mekanizmaları çalışmaya başlıyor.
MUTLU OLMAK İÇİN ÖĞREN!
Üç şey yapınca mutluluk hormonu salgılanırmış: Bunlardan bir tanesi spor yapmak, bir tanesi yemek yemek, bir tanesi de seyahat etmek. Bu üçünde de insan mutluluk hormonu salgılıyor; fakat bu üçünün içerisinde, -ben şöyle biraz düşündüm- hep bir öğrenme var. Yani nasıl bir öğrenme var? İnsan spor yaptığında kasları bir şey öğreniyor, neye nasıl davranması gerektiğini, neyi nasıl korumaya alması gerektiğini öğreniyor. Her yemek yediğimizde, oradaki türlü kombinasyonlardan vücut yeni bir tat öğreniyor aslında. Seyahatte ise, insan tamamen belki kitaptan görüp hayal edemediği veya düşünmeye çalışıp bir türlü göremediği fiziksel olarak bir şeyi görüp onun üzerinde başka bir şeyi tasavvur edebileceği, yeni dünyalara açabilir. Örneğin; bir tarantulanın ayağındaki yapışma mekanizmasının nasıl çalıştığını herhalde seyahat eden daha çok görebilir. Belki bunun içerisinde yine biraz okuma var; ama sonuç itibarıyla burada da başka bir ayet okuma var, burada da bir canlının ayetini okuyoruz, canlı ile bize nazil olmuş bir ayeti okuyoruz. İşte o ayeti okuyup anlayabilmek için de seyahat etmek gerekiyor. O seyahatte de insan mutluluk hormonu salgılarmış. Yani mutluluk hormonu hep öğrenme ile salgılanıyor.