Siz fikir adamı ve sanatçı kimliğinizle bilinip, tanıyorsunuz son bir kaç yıldır da bir siyasi eylemin içindesiniz, Diriliş Partisi genel başkanısınız. Fikir ve sanat adamlığından siyasi eyleme geçme süreciniz nasıl oldu?
Kişilik bir bütündür; bunlar ayrı süreçler veya birbirinden
kopuk dönemler değil, aynı kişiliğin çeşitli şartlarda ve çeşitli görevlerde aldığı tavırlardır. Hele bizim dünyaya geldiğimiz çağda, sanatçı kişiliğini dolaysız toplum görevi kişiliğinden ayırmak mümkün değildir. Kanuni ve Harun Reşid devrinde, bir insan sadece şiir yazarak toplumdaki görevini yerine getirmiş olabilirdi; ama, toplumların, kritik dönemlerinde, şairle cephedeki insana mesafesi aynıdır. Şairin tavrı cephedeki insanın tavrından farklı değildir. Diyelim, bir Mehmet Akif, hem cephede hem de şiiriyle çarpışan bir insandı. Bu bakımdan, bizim de durumumuz
Mehmet Akif’in durumundan farklı değildir. Mehmet Akif, biten bir dönemin son savaşçısıydı, bizler de başlayan bir dönemin ilk savaşçılarıyız. Birisi bitmemek için yapılan bir savaş, öbürü de yeni bir dönemin, bir dirilişin başlayış savaşıdır. Bu iki savaş birbiriyle irtibatlıdır. Onlar savaşmasaydı biz belki bu başlangıcı yapamayacaktık.
Düşünceye gelince… Düşünce, sanatla eylem arasındaki köprüdür. Sanatla yola çıkan savaşçı insan, daha sonra 30 yılın olgunluğuna erince, düşünce döneminin büyük eşiğine ayak basacak, onun da arkasından eylem gelecektir. Çünkü, biz düşünce için düşünce üretmiyoruz; düşüncelerimiz toplumun sağlığı içindir ve tabii, bir gün, mutlaka uygulanmalıdır. Düşünceler uygulanmadığı zaman durgun suyun uğradığı akibete uğrarlar; bataklıklar oluşur ve sinekler ürer. Düşünce de, akan bir su gibi, toplumun ruhunda ve davranışlarında yeni arayışlar bulursa canlılığını koruyacaktır. O bakımından, ben, milletimin hayat ve memat gününde, şiirimle, düşünce çalışmalarımla ve politik atılımımla aynı kişiliği sürdürdüğüm inancındayım.